28 Ağustos 2014 Perşembe

Genleşme Nedir Nasıl Olur Hakkında Bilgi

Sıcaklığı artırılan bir cismin uzunluk ya da hacminin değişmesi.
   Billur halinde olsun ya da olmasın katiları, sıvıları ya da gazları oluşturan tanecikler, ortalama konumları çevresinde sürekli çalkalanma halindedirler. Bu cisimlerden birine ısı biçiminde enerji verilirse, bu enerji kinetik enerjiye dönüşür; dolayısıyla, kinetik enerjisi artan tanecikler, daha şiddetle çalkalanır ve daha geniş alana yayılmaya çalışırlar; yani sıcaklığı yükselen cisim, aynı zamanda genleşir. Mutlak sıfırda (-273,15 °C), bütün tanecikler hareketsizdir.

   Yavaş yavaş ısıtılan bir katı, ısıl çalkalanma yüzünden bazı molekül bağları kopana kadar genleşir; sonra cisim erir. Böylece ortaya çıkan sıvının yüzeyinden, bir bölüm tanecik (az ya da çok ayrışmış moleküller) ayrılır; yani, sıvıdan ayrılan tanecik sayısı buhardaki ısıl çalkalanma nedeniyle sıvıya dönen tanecik sayısına eşit olana kadar, buharlaşma sürer. Sonunda, doymuş sıvı-buhar dengesi kurulur. Buhar çevre atmosferine yayılabilirse, sıvı bütünüyle buharlaşır; ayrıca, sıcaklık yükseldikçe buharlaşma da hızlanır.

   Bir katının boyu, sıcaklığı 1 °C yükseldiğinde, değerinin milyonda birkaçı kadar uzar. Bu genleşme, birçok uygulama alanında önemli yer tutar. Sözgelimi demiryollarında, genleşme olaylarını karşılamak için raylar aralıklı döşenir. Buhar ileten boru şebekelerinde, yer yer, genleşmeye olanak veren parçalar yerleştirilir ve genleşme durumunda borular, destek bilezikleri içinde kayar.

   Sıvılar genellikle, katilardan yüz kez daha çok genleşir. Bir genleşmenin en önemli uygulaması, sıvılı ısıölçerlerde görülür. Kalorifer donanımında, genleşme kapları, radyatör ve borulardaki suyun serbestçe genleşmesine olanak verir. Su, öbür sıvılara oranla az da olsa farklıdır; 0 °C ile 4 °C arasında büzülür; 4 °C'tan sonraysa genleşir. Bu değişiklikler, çok küçük boyutlarda ortaya çıkar. 0 °C'ta 1 litre olan suyun hacmi, 4 °C'a çıktığında ancak 0,125 cm3 kadar azalır.

   Sıkıştırılabilmeleri nedeniyle gazların genleşmeleri, ancak değişmez basınç altında incelenir. Bu incelemeden ilgi çekici sonuçlar çıkar: Bütün gazlar aynı biçimde genleşir; sıcaklıkları 1 °C artarsa, hacimleri 1/273 oranında büyür.
Yaz aylarında rayların genleşmesi

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Edip Harabı Kimdir Asıl İsmi Nedir

   Türk bektaşi şairi (İstanbul 1853-Öİ. 1915-1916). Yaşa­mı konusunda ayrıntılı bilgi bulunmayan Edip Hara- bi'nin (asıl adı Ahmet Edip'tir) şiirlerinden, Mehmet Ali Hilmi Dede Baba'ya genç yaşında bağlandığı, Bahriye kâtipliği yaptığı anlaşılmaktadır.
Kendi el yazısıyla altıyüz sayfalık bir Divan (basılma- mıştır) düzenleyen Edip Harabi, yalnız nefesler, kalen- deriler yazmakla kalmamış, divan şiirinin bütün biçim­lerini de denemiştir. Bununla birlikte, şiirlerinin belli bir düzeyin üstünde olduğu söylenemez.
Edip Harabı'nın resmi

Atabetül Hakayık'ın yazarı kimdir? Edip Ahmet Yükneki

   Türk şairi (XII. yy.). Yaşamı konusunda bilgi bulunma­yan Edip Ahmet Yükneki'nin Atabet ül-Hakayık adlı ya­pıtının sonuna başkaları tarafından eklenen parçalarda Yüknekli olduğu, Mahmut Yükneki adlı birinin oğlu ol­duğu belirtilmektedir (Yüknek kentinin bulunduğu yer de kesin olarak belirlenememiştir). Günümüze kalan tek yapıtı Atabet ül-Hakayık (Hakikatlerin Eşiği), 256 beyitlik bir ahlâk kitabıdır. Kâşgar diliyle yazılan, özel­likle Türk dili tarihi açısından büyük önem taşıyan yapı­tın bilimsel basımı, Prof. Reşit Rahmeti Arat tarafından yapılmıştır (1951).
Edip Ahmet Yükneki Temsil Eden Resim

Hasan Ali Ediz Kimdir Kısaca Hayatı Yaptığı Şeyler

   Türk yazarı ve çevirmeni (Priboy, Sırbistan-Avusturya sınırı 1905-İstanbul 1972). Tıp fakültesi sınavlarını kaza­narak Askerî Tıbbiye'ye giren (1920) Haşan Ali Ediz, Aydınlık dergisi sorumlularıyla birlikte tutuklanınca (1923), fakülteden çıkarıldı. Takrir-i Sükûn Kanunu İs­tanbul'da yürürlüğe girmediği için dava düşünce, Mos­kova'ya giderek iktisat ve toplumbilim öğrenimi gördü (1924-1929). Yurda dönüşünden sonra, Son Posta (1937), Tan, Haber gazetelerine yazılar yazarak, çeviri­ler yaparak yazı yaşamına atıldı.
Edebiyat konularında, özellikle de Rus edebiyatı ko­nusunda incelemeler yayınlamış, sürekli tiyatro eleştiri­leri yazmış olan Haşan Ali Ediz, özellikle çevirileriyle ünlüdür. Puşkin, Gogol, Dostoyevskiy, Turgenyev, Tolstoy, Çehov,Gorki gibi klasikleşmiş, İlya Ehrenburg, Cengiz Aytmatov gibi çağdaş Rus yazarlarının yapıtları­nı Türkçe'ye kazandırmış, adına 1961-1970 arasında Haşan Ali Ediz çeviri ödülü verilmiştir.

Edirne'nin Fethi Başkent Edirne Hakkında Bilgi

   Balkanlardaki başlıca kentlerden Edirne'deki Bizans garnizonu XIV. yy. başlarında iyice zayıflamış ve kent halkıyla ilişkileri bozulmuş, 1345'te kentte patlak veren ayaklanma, savunma gücünü önemli ölçüde zayıflat­mıştı. Murat l'in Edirne yolu üstündeki Çorlu ve Lüle­burgaz'ı Evrenos Bey'in Malkara, Keşan ve İpsala'yı, Hacı İlbey'in de Dedeağaç limanını ve Dimetoka'vı ele geçirmelerinden sonra Edirne'yle arasında engel kal­mayan Osmanlı ordusu, Babaeski-Pınarhisar arasındaki Sazlıdere'de karşılaştığı Bizans ordusunu yenerek, Temmuz 1362'de Edirne'ye girdi. Bir süre Edirne'de kalan Murat I, Lala Şahin Paşa'yı Rumeli beylerbeyliği­ne atayıp Edirne'de bırakarak, Dimetoka'ya gitti. O ta­rihten sonra gün geçtikçe büyüyen Edirne, İstanbul'un fethine kadar, Osmanlıların Rumeli'deki başkenti oldu.
Edirne'nin Fethi'ni Anlatan Minyatür/Resim

Thomas Edison'un İcatları, Labatuvarı, Hayatı

   ABD'li mucit (Milan, Ohio 1847-West Orange 1931). Hollanda göçmeni bir ailenin oğlu olan Thomas Alva Edison, 12 yaşında ekmek parasını kazanmak zorunda kalarak, Port-Huron-Detroit demir yolu hattında çalı­şan trenlerde gazete sattı. Çok geçmeden, yük vagon­larından birine kolla çalışan bir baskı makinesi yerleşti­rerek, kendi yazdığı gazeteleri basmaya başladı. Ayrıca çok okuyor, vagonunda kimya deneyleri yapıyordu; ama deneylerinden biri sırasında yangın çıkmasına yolaçınca (1861), kulakları sağır oluncaya kadar dövül­dükten sonra işinden kovuldu. Bir süre sonra aynı de­miryolu şirketinde telgrafçılık yapıp, 1864'te ilk büyük buluşunu gerçekleştirdi: Aynı hatta karşıt yönlü iki tel­graf göndermeyi sağlayan sistem. 1868'de Boston'a gi­derek ilk laboratuvarını kurdu.
Thomas Edison ampulü bulduktan sonraki resmi

   Borsa kurlarını otomatik olarak kaydeden bir makine bularak sattı ve yılda 600 dolarlık bir gelir sağladı. Fonograftan (1877) elektrik ampulüne, elektrik dinamolarına (1879) mikrofona ka­dar çok çeşitli alanlarda 1500'e yakın berat aldı. 1883'te Edison etkisini (molekül boşluğunda ısıtılmış bir telin elektron yayması olayı) buldu; ama adını taşımasına karşılık, bu etkiyi inceleyen ve diyot lambasını bulan J.F. Fleming oldu. Ayrıca çeşitli şirketler kurdu ve bu şir­ketlerin birleşerek rakip şirketleri de satın almasıyla Ge­neral Electric Company ortaya çıktı.

Akdeniz Bölgesindeki Akarsular Göller Ulaşımı

Akdeniz Bölgesindeki İller
   Türkiye'nin yedi coğrafi bölgesinden, Akdeniz'e kom­şu olanı. Adını komşu olduğu denizden aldığı gibi, özel­liklerini de bu komşuluktan alır.
   Akdeniz Bölgesi genişliği 120-180 km arasında deği­şen bir şerit halinde, batıda Marmaris-Köyceğiz arasın­dan başlayarak doğuda Hatay ilimizin bitim noktası olan Basit burnu yakınına kadar uzanır. Bölge, Marma­ris'in doğusundan başlayıp, Sultan dağlarının kuzey ucuna kadar uzanan güneybatı-kuzeydoğu doğrultulu bir çizgiyle Ege Bölgesi'nden ayrılır. Bu sınırın batısında kalan ve dağ kütleleri arasında yer alan ovalar, sularını Ege denizine boşaltırlar; oysa doğusunda, yani Akdeniz Bölgesi'nde kalan ovaların, genellikle, yüzeyden dışarı­ya akışları olmadığı gibi, bazılarının içinde göller de yer alır.
Akdeniz Bölgesi'nin kuzey sınırı geniş büklümlü bir yay biçimindedir ve bölgeyi İç Anadolu'dan ayırır. Bu sınır, Konya havzasının güney kenarından geçirildiği için, bütün Batı Toroslar ve Orta Toroslar, Akdeniz Böl­gesi içinde kalır.

   Bölge, kuzeydoğuda Doğu Anadolu Bölgesi'yle komşudur. Bu kesimdeki sınır çizgisinin kuzeyinde ka­lan alanlarda, Seyhan ve Ceyhan ırmaklarının başlıca kolları düzlükler içinde, az derin vadilerde akarken, Ak­deniz Bölgesi kesiminde dar boğazlara girerler. Aynı zamanda sınır çizgisinin güneyinde, yani Akdeniz Böl­gesi tarafında, yağışlar daha bol, orman örtüsü de daha gürdür.
   Doğuda bölgeyi Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden ayıran sınır, Gaziantep yaylasının batı kenarında, bu yaylayı Kahramanmaraş - Antakya çukurundan ayıran tepelik kenara dayanarak, hem iklim, hem de yüzey şe­killeri bakımından farklı iki alanı birbirinden ayırır.
   Akdeniz Bölgesi, dağların fazla yer tuttuğu bir bölge­dir. Bölgenin ana çizgilerini oluşturan engebeler, Toros dağları adı verilen sistem içinde yer alır. Bu sistem Ana­dolu'ya göre biri dış, öteki iç sırayı oluşturan iki takım halindedir. Dış sıralara giren dağ öğeleri Kıbrıs adasın­daki dağlarla ve Hatay'da Amanos dağları ve Akra dağ­larıyla ortaya çıkar. Toroslar'ın iç sıraları, Akdeniz böl­gesi içindeki Batı Toroslar ve Orta Toroslar diye iki gru­ba ayrılabilir (üçüncü bir grup da, Akdeniz Bölgesi dı­şında, Doğu Anadolu'nun ortasındaki Doğu Toros- lar'dır).
   Batı Toroslar, Antalya körfezinin iki yanında yerjalan ve kuzeydeki Göller yöresine doğru birbirinden uzak­laşarak biri batıda Teke ve Güney Menteşe yörelerine uzanan, öteki güneydoğuda İçel yöresine doğru yöne­len iki demet halindedir. Demetlerin bu doğu kanadı, kuzeyde Sultan dağları, güneyde Geyik dağı gibi sırala­ra ayrılır.
   Silifke yakınlarında denize dökülen Göksu çığırının iki yanında genişleyen Taşeli yaylası, Batı Toroslar'ı Ornos dağlarının yüksek kesimlerinde, bölgenin başka ta­raflarında görülmeyen kayın ağacına raslanır. Bölgenin alçak ovalarında görülen doğal bitki örtüsünü, yazın ku­ruyan otsu bitkiler oluşturur.
AKARSU VE GÖLLER
   Sularını Akdeniz'e gönderen havzanın sınırı, Akdeniz Bölgesi'nin coğrafi sınırlarına|uymaz.Bu bölgede suları­nı denizlere göndermeyen kapalı havzalar da vardır. Bunlardan bazıları, görünüşte kapalı havza durumunda oldukları, yani dışarıya akışsız gibi göründükleri halde, sularını yeraltı çığırlarıyla Akdeniz'e gönderirler. Göller yöresi ile Teke yöresindeki bazı kalkerli alanlar böyle- dir. Bütünüyle denize akışsız kesimlerde vardır: Beyşe­hir gölünün sularını Konya ovasının batı kesimine bo­şaltan Çarşamba suyu havzası gibi kapalı havzalar bir yana bırakılırsa, bölgenin Akdeniz'e dökülen başlıca akarsuları batıdan doğuya doğru, şöyle sıralanabilir: Dalamançayı; Kocaçay; Alakır suyu; Aksu; Köprü su­yu; Manavgat çayı; Göksu; Tarsus çayı; Seyhan ve Cey­han ırmakları; yalnızca aşağı çığırı Türkiye sınırları için­de bulunan Asi ırmağı.
   Akdeniz Bölgesi akarsularının dikkat çeken bir özel­liği de, çoğunun dağ suyu niteliğinde olmasıdır: Aşağı yukarı tümünün yatak eğimleri fazla, akışları hızlı, çakıl, çamur ve kum taşıma güçleri büyüktür. Yüksek dağlar­dan inen akarsuların kabarma mevsimi, kış aylarından çok, karların eridiği ilkbahara rastlar. Ötekilerde kış ka­barması ile yaz alçalması başlıca özelliktir. Yalnız, ki­reçli (kalkerli) yapının egemen olduğu kesimlerde akar­sular, büyük yeraltı kaynaklarından beslendikleri için, yaz aylarındaki su çekilmesi bir dereceye kadar engel­lenir. Manavgat çayı bunun en güzel örneğidir.
   Akdeniz Bölgesi'nde çok sayıda göl bulunmasına karşılık, bunların bölgeye dağılışı düzenli değildir. Başlı­ca göllere bölgenin batısında, Göller yöresinde raslanır. Bunların en önemlileri, çöküntü çukurlarının tabanında
yer alan tektonik kökenli göllerdir. Göller yöresindeki dört büyük gölden ikisi (Burdur gölü ile Acıgöl) dışarıya akışsızdır ve suları tuzludur; doğudaki Eğirdir ve Beyşe­hir göllerininse, dışarıya akışı olduğu için suları tatlıdır. Torosların yüksek kesimlerinde bazı buzul sirk gölleri­ne, bölgenin kalkerli kesimlerinde "karst" tipi göllere, bazı kıyı kesimlerinde kıyı göllerine rastlanır. Bunlardan başka, değişik bir tip olarak, İsparta yakınında küçük bir krater gölü de vardır (İsparta Gölcük'ü).
EKONOMİ
   Akdeniz Bölgesi'nin temel gelir kaynağı tarımdır. Bölge topraklarının % 24'ü ekili dikili alanlar, % 4,5'u nadas toprakları, % 21,5'u orman alanları, % 27'si çayır ve ot­laklar, % 23'ü de ürün getirmeyen topraklardan oluşur. Akdeniz Bölgesi'nin kıyı kesiminde, son yıllarda sanayi bitkileri ekimine geniş yer verildiği halde, tahıl tarımının hâlâ büyük bir önem taşıdığı görülür. Nitekim Akdeniz Bölgesi'ndeki jekili alanların % 64,5'u tahıl tarlalarıyla kaplıdır.
   Tahıl ürünleri arasında, bölgenin bütün illerinde buğ­day başta gelir; onu arpa izlere, bölgede eski bir geçmi­şi olan pirinç tarımındaysa, üretici illerin (Adana, Kahra­manmaraş, İçel, Hatay ve Antalya) üretim tutarına gö­re, sıra yıldan yıla değişikliklere uğrar. Sanayi bitkilerin­den pamuk, bölgenin başlıca gelir kaynağıdır. Bölgenin pamuk üretimi Türkiye üretiminin üçte ikisi kadardır: Başta Adana ili gelir; onu oldukça geriden Antalya, İçel ve Hatay illeri izler. Tütün, Hatay ilinde ve Göller yöre­sinin bazı kesimlerinde ekilir.
Akdeniz Bölgesi'nde meyve ve taze sebze yetiştiri­len dikili alanlar geniş yertutar. Turfandacılık, son yıllar­da ulaşım olanaklarının artmasıyla ilgili olarak gelişmiş ve alanı genişlemiştir. Meyvecilikte ilk sırayı turunçgiller alır. Türkiye'nin turunçgiller üretiminin beşte dördün­den çoğunu Akdeniz bölgesi verir. Muz ise yalnızca bu bölgemize özgü bir meyve türüdür. En yoğun yetişme alanı, doğuda Erdemli ile batıda Alara çayı arasında ka­lan kıyı kesimidir.
   Hayvancılık bakımından Akdeniz bölgesinin en ilgi çekici özelliği, keçi sayısının koyun sayısından fazla ol­masıdır.
   Bölgenin yeraltı gelir kaynakları arasında en önemli­leri Fethiye dolayında çıkarılan krom ile Seydişehir do­laylarındaki boksit yataklarıdır. Yeraltı gelir kaynakları­nın en umut verici olanı, Adana kuzeyindeki Bulgur da­ğında yakın dönemde bulunan petroldür.
   Akdeniz Bölgesi'nin en hızlı sanayileşen kesimi Çu­kurova'dır. Burası aynı zamanda Türkiye'nin de başlıca sanayi alanları arasındadır. Akdeniz Bölgesi'nin baş­lıca sanayi tesisleri arasında, Adana'daki çeşitli sanayi kollarının dışında, Mersin petrol rafinerisi (ATAŞ), İs­kenderun süperfosfat ve demir-çelik fabrikası, Antal­ya'daki ferro-krom fabrikası ve Seydişehir alüminyum tesisleri sayılabilir.
ULAŞIM
   İskenderun ve Mersin limanları Türkiye'nin dış ticare­tinde önemli yer tutan iki limandır. Bir zamanlar bölge­de en önemli ulaşım yolu olan demiryolu, önceleri Adana- Mersin arasında yapılmıştı. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Haydarpaşa-Bağdat demiryolu da Akde- niz Bölgesi'nden geçirildi ve Toprakkale - İskenderun şube hattı buna eklendi. Cumhuriyet döneminde, Fev- zipaşa-Malatya hattı ile Kahramanmaraş ve Gaziantep'e ayrılan hatlar yapıldı. 1950 yıllarından sonra hız kazanan karayolu ulaşımı, demiryollarını geri plana itti. Akdeniz Bölgesi'nde hava ulaşımı olanağı yalnızca Ada­na ve Antalya kentleri için söz konusudur.

26 Ağustos 2014 Salı

Akdeniz'in İklimi, Ekonomisi, Kirlenmesi, Gelgitleri Vs.

Dünyanın en büyük.iç denizi. Avrupa ile Afrika arasında kabaca batı-doğu doğrultusunda uzanan, doğu yanın­da Asya kıtasına dayanan Akdeniz'in uzunluğu yaklaşık 4 025 km, ortalama genişliği 505 km, yüz ölçümü yakla­şık 2 970 000 km karedir. Bu büyük içdeniz, batı yönünde Cebelitarık boğazı aracılığıyle Atlas okyanusuna bağla­nır; güneydoğuda da Süveyş Kanalı aracılığıyla Kızıldeniz'le birleşir. Yeryüzünde karalar arasına böylesine uzun sokulan başka bir deniz yoktur. Zaten bu özelliği nedeniyle batı dillerinde bu denize verilen ad "karalar arasındaki deniz" anlamını taşır (Fransızca:IMed/ferra- nee; |İngilizce: Mediterranean Sea;(Almanca: Mittel- landisches Meer).
Çevresindeki ülkeler, saatin tersi yönünde şunlardır: Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, İsrail, Lübnan, Suriye, Türkiye, Yunanistan, Arnavutluk, Slovenya, Hırvatis­tan, Bosnal-Hersek,Yugoslavya, İtalya, Monako, Fran­sa, İspanya.
   Akdeniz'in batı-doğu doğrultusundaki uzunluğunun fazlalığına karşılık, genişliği azdır: Cenova körfezi ile Tunus kıyıları arasındaki 805 km'lik genişliği, Matapan burnu meridyeni üstünde 400 km'ye iner; Sicilya-Tunus arasındaki kesim, Akdeniz'in en çok darlaştığı ke­simdir. Bu dar kesimin doğusunda kalan bölüme Doğu Akdeniz havzası, batısında kalan bölüme de Batı Akde­niz havzası adları verilir. Akdeniz'in asıl geniş ve sürekli alanı, Tunus ile Suriye arasında uzanan doğu kesimidir; geri kalan kesimleri, aralarında kara parçaları, yarımadalar ve adalar bulunan ayrı ayrı çöküntü havzalarıdır. Bu yüzden, söz konusu ayrı ayrı kesimlere farklı adlar verilmektedir: Fas ile İspanya arasında kalan kesimine İber denizi ya da Betik denizi, İspanya kıyıları ile Korsika-Sardinya-Korsika arasındaki kesimine Tirren denizi, İtalya ile Balkan yarımadası arasındaki kesimine Adriya denizi, İtalya-Sicilya-Yunanistan arasındaki kesimine İon denizi, Yunanistan ile Anadolu kıyıları arasındaki kesimine Ege denizi, Çanakkale ve İstanbul boğazları arasında kalan kesimine Marmara denizi, Rusya-Bulgaristan arasındaki kesime Karadeniz, Rusya toprakları arasına bir körfez gibi sokulan kesime Azak denizi. Gö­rüldüğü gibi, geniş anlamda Akdeniz, birçok bakımdan birbirinden farklı kenar ve iç denizlerden oluşmuş bü­yük bir karmaşadır. Yukarda dar anlamda Akdeniz için verilmiş 3 805 km'lik uzunluk, geniş anlamda Akdeniz göz önünde tutulduğunda 4 300 km'ye (Cebelitarık bo­ğazından Karadeniz'in doğu ucuna kadar olan uzaklık) çıkar.
Akdeniz'in dikkat çekici özelliklerinden biri, derin bir deniz olmasıdır. 3 000 m'yi, hattâ doğu havzasında 4 000 m'yi geçen birçok çukur vardır. Bir başka deyişle, Doğu Akdeniz havzası, Batı Akdeniz havzasından daha derindir.
   Doğu Akdeniz havzasının Tunus kıyılarına raslayan kesiminde, derinlik nispeten azdır. Geniş bir "kıta sahanlığının bulunduğu bu kesimden doğuya doğru, derinlik hızla artar. Doğu Akdeniz havzası, topografya bakımından yalın bir çanak özelliğinde değildir; deni­zaltı oldukça engebelidir. Küçük havzalar, grabenler, denizaltı dorukları, deniz dibi yaylası özelliğinde geniş çıkintılar birbirini izler. Özellikle Mora yarımadasının batı ve güneyinde, dibi çok engebelidir. Birçok küçük çukur ve doruğun sıralandığı bu kesimde, aynı zamanda bütün Akdeniz havzasının en derin, çukuru da yer alır: Mora yarımadasının güneybatısında 5 121 m.
Doğu Akdeniz havzasında kıta sahanlığı (şelf) çok az yer tutar. Özellikle Türkiye kıyıları ile Suriye, Lübnan ve İsrail kıyıları önlerinde, kıta sahanlığı çok dardır ve kıyı­nın biraz ilerisinde derin çukurlara raslanır. Sözgelimi, Türkiye'nin Akdeniz kıyılarında, Teke yöresi kenarın­da, çok dar bir kıta sahanlığı alanından derin bir çukura geçilir. Bu kesimin en derin yeri, Rodos adasının doğu­sunda bulunan 4 353 metrelik çukurdur. Teke yöresi­nin tam güneyinde de, dik bir eğimle apansızın 2 950 m derinliğinde bir çukura inilir. Adı geçen yörenin doğusunda bulunan Antalya körfezinde, en derin yeri 2 615 metre olan küçük bir havza yer alır. Daha doğuda, Kıb­rıs adasını taşıyan büyük bir çıkıntı dikkati çeker. Kıbrıs adası, kuzeyindeki ve doğusundaki kara alanlarına ya­kın olmakla birlikte, onlardan önemli derinliklerle ayrıl­mıştır. Kıbrıs adasının kıta sahanlığı son derece dar, önündeki kıta yamacı da oldukça sarptır.
   Yugoslavya ile İtalya yarımadası arasında uzanan Adriya denizi, pek derin değildir. Üçte ikisinin derinliği 200 m'yi bulmaz. Kuzeyde, Po ovası açıklarında iyice sığlaşan Adriya denizinde, 1 000 metre derinliği aşan bir tek çukur vardır: Güneyde yerlalan 1 590 m'lik çu­kur.
   Batı Akdeniz havzası kabaca üçgen biçimindedir. Üçgenin tepesini Cenova körfezi, tabanınıysa Afrika kı­yıları ile Sicilya adasının kuzey kıyıları oluşturur. Fran­sa'ya bağlı olan Korsika adası ile İtalya'ya bağlı Sardinya adası, üçgenin yüksekliğini belli eder biçimde Afrika ile Cenova körfezi arasında uzanırlar. Gerçekte bir eşik üs­tünde bulunan bu iki ada, Batı Akdeniz havzasını iki ke­sime ayırır: Doğuda Tirren denizi; batıda Balear denizi.
   Tirren denizi havzasında derinliği 200 m'yi aşan alanlar geniş yer tutar. Yer yer 3 500 m'yi aşan derinlik­lere de raslanır; en çukur yeri 3 838 metredir.
   Batı Akdeniz havzasında, Tirren denizi çevresinde yanardağ kökenli adalar ve yanardağ etkinlikleri de dik­kati çeker. Kuzeyde Toscana adaları, doğuda İschia adası, güneyde Lipari adaları grubu (küçük ama ünlü Stromboli adası bu gruptadır) ile Sicilya'daki Etna ya­nardağı, bu havzanın çevresine özellik kazandırırlar.
Balear denizi havzasında 2 000 m izobat eğrisi (eş- derinlik eğrisi), Afrika kıyılarına, kuzeyde de Cenova kı­yılarına çok yaklaşmıştır. Bu duruma göre, Balear denizi havzası, Afrika ve Avrupa kıyıları ile Korsika-Sardinya arasında geniş ve derin bir çukur oluştururfen derin yeri 3 420 m).
   Balear havzasının batı kesiminde Afrika ile İspanya arasında kara kütlelerinin birbirine iyice yaklaşmasıyla Akdeniz sona erer. Burada, Akdeniz ile Atlas okyanu­sunu birbirine bağlayan Cebelitarık boğazı yer alır. Bo­ğaz, Akdeniz tarafında Avrupa ve Almina burunları ara­sında başlar; Atlas okyanusu tarafında Trafalgar ve Spartel burunları arasında sona erer.
   Uzunluğu 60 km, en dar yeri yaklaşık 15 km olan Ce­belitarık boğazının tabanı oldukça engebelidir. Ama denizaltı topografyasının temelini^doğu-batı doğrultu­sunda uzanan bir kanal oluşturur. Kanalın orta bölü­münde derinlik daha azdır (350 m dolayında). Bu bölü­mün iki yanında derinlikler artarak 500 m'yi biraz ge­çer.
TUZLULUK AKARSULAR VE İKLÎM
Akdeniz'in sularında tuzluluk oranı yüksektir. Özellikle Doğu Akdeniz, en tuzlu denizler arasında yer alır. Doğu Akdeniz'in en doğusunda, Kıbrıs'ın güneyinde, Kıb­rıs ile Mısır arasındaki kesimde tuzluluk oranı % 39'u aşar. Bu tuzluluğun başlıca nedeni, Doğu Akdeniz'e dökülen akarsuların azlığı ve buharlaşmanın fazlalığı­dır. Bu etmenlerin yanı sıra, Akdeniz'in doğu kesimin­de, yağış koşulları da batıya oranla elverişsizdir. Ayrıca, Atlas okyanusundan gelen az tuzlu yüzey suları da do­ğu ile batı arasındaki tuzluluk farkında önemli rol oynar. Cebelitarık boğazı yakınlarında, yüzeyde tuzluluk % 36 dolayındadır. Ama Balear adalarının doğusuna geçilince, 138'e yükselir. Daha doğuda da, yukarda söylendiği gibi tuzluluk oranı %39'u aşan kesimlere rastlanır. Yalnız, Kıbrıs ile Mısır arasında yer alan bu en tuzlu kesimde, Nil deltasına yaklaşıldıkça, Nil'in taşıdığı tatlı su nedeniyle, tuzluluk oranı düşer. Nil'in taşkın dö­nemlerinde, İsrail ve Lübnan kıyıları açıklarına kadar bunun etkisi görülebilir. Anadolu kıyılarında Seyhan ve Ceyhan deltaları açıklarında da gene, tatlı suların karış­masıyla tuzluluk azalması görülür. Ama, Anadolu'nun güney kıyılarında genellikle deniz çok tuzludur.
   Akdeniz'in asıl gövdesinde tuzluluk oranı yüksek ol­makla birlikte, ona bağlı Öteki denizlerde durum değişiktir. Sözgelimi Adriya denizinde, kuzeye doğru tuzlu­luk azalarak, Po deltası açıklarında % 33'e düşer. Bu denizde ayrıca, Dalmaçya kıyıları boyunca deniz dibin­deki tatlı su kaynaklan da yüzeye kadar etkilerini göste­rerek, bazı kesimlerde tuzluluğu % 18'e kadar düşü­rürler.
Akdeniz'de sıcaklık koşulları açısından da, tuzluluk­ta olduğu gibi, batıdan doğuya doğru gidildikçe yüzey sularının ortalama sıcaklığında bir artış görülür. Şubat ayı ortalama sıcaklığı denizin batı tarafındaki yüzey su­larında ortalama 13-14 °C olduğu halde, denizin doğu tarafında bu değer 17 °C'ı biraz geçer. Ağustos ayındaysa, batı kesiminde ortalama 23 °C dolaylarında olan yüzey suyu sıcaklığı, Doğu Akdeniz'de 25-28 °C dolay­larındadır. Kış mevsiminde Akdeniz sularının en soğuk olduğu kesim, Cenova körfezidir. Ayrıca, kara iklimi et­kisinde bulunan Adriya denizinde de, kış mevsiminde sular iyice soğumaktadır. Anadolu'nun Akdeniz kıyıla­rında şubat ayında yüzey sularının ortalama sıcaklığı, Fethiye ile Anamur arasında 15 °C daha doğuda 16 °C'tır. Ağustos ayındaysa sıcaklık batıda 26°C doğuda 28 °C'tır. Akdeniz'de derinliğe|doğrusıcaklık değişme­leri, üst düzeyde 300 metre kalınlığında bir su tabaka­sında görülür; daha derinlerde sıcaklık 13 °C olarak, yaz ve kış değişmeden kalır.
GELGİT VE AKINTILAR
Akdeniz'de gelgit hareketleri önemli değildir. Genellik­le 20-30 cm dolayında yüzey değişmeleri görülür. Yal­nız, kuraldışı bir durum olarak Tunus'un doğusunda 1 m, Gabes körfezinde 2 m dolaylarında düzey değişme­lerine raslanır. Düzey değişmeleri Doğu Akdeniz'de Port Sait dolaylarında ve Beyrut'ta 40 cm, daha kuzey­de, Trablus kıyılarında 50 cm kadardır. Anadolu'nun güney kıyılarında da aşağı-yukarı bu değerlerde düzey değişmeleri görülebilir.
Akdeniz'deki|akıntısistemi oldukça yalındır. Gerek Batı Akdeniz'in, gerek Doğu Akdeniz'in güney kıyılarını izleyerek doğuya doğru giden büyük bir yüzey akıntısı vardır. Bu akıntıdan Cezayir açıklarında ayrılan bir kol, kuzeye yönelerek, Fransa kıyılarına kadar uzanır. Gü­ney akıntısından Tunus açıklarında da bir kol ayrılıp, Si­cilya adasının kuzeyinden Batı İtalya kıyılarına geçer ve kıyıların biçimine uygun olarak Cenova ve Lion körfez­lerinin güneyinden İspanya kıyılarına ulaşır. Sonra Ce­belitarık boğazına yönelmeyerek, Balear adalarının gü­neyinde asıl akıntıya karışır.
Akdeniz'de Türkiye kıyıları boyunca batıya doğru hareket eden bir akıntı vardır. Bunun kökeni büyük gü­ney akıntısıdır. Tunus, Libya ve Mısır kıyılarını izleyerek doğuya giden akıntı, kıyının biçimine uyarak kuzeye döner; İsrail, Lübnan ve Suriye kıyıları boyunca ilerler; Kıbrıs adası ile İskenderun körfezi arasından geçer ve batıya, yönelir. Bu akıntı Ege denizine de girerek, Batı Anadolu kıyıları boyunca Çanakkale boğazına doğru ilerler.
TARİH
aklindaki.blogspot.com.tr
Akdeniz, pek çok halk ve uygarlığın kaynaşmış olduğu bir potadır. Tarihin en eski iki uygarlığı oİan Mısır ve Me­zopotamya uygarlıkları, Akdeniz kıyıları yakınında doğ­muştur. Giritlilerin ilk kayıkları, İ.Ö. 2500 yılına doğru sularında dolaşmaya başlamıştır: Aydınlık gökyüzü ya da birçok barınak sunan girintili çıkıntılı kıyılarınedeniy- le, denizciliğin ilk olarak Akdeniz'de ortaya çıktığı sanıl­maktadır.
Akdeniz tarihinin ilk dönemi İ.Ö. XXVI. yy'dan İ.Ö. III. yy'a kadar uzanır. O dönemde Akdeniz kıyılarında birçok denizci devlet birbirini izledi: Giritliler; Fenikeli­ler; Yunanlılar. Ticaret daha büyük bir özerkliğe olanak verdiğinden, bu halklar gerçek birer küçük bağımsız devlet olan sitelere bölünmüşlerdi ve tümü denizciydi. Yön bulma araçları yetersiz olmakla birlikte, düzenli donanmaları (ticaret ve savaş gemileri) vardı. Filoları hızlı ama dengesiz kadırgalardan oluştuğundan, gemiciler yolculuk sırasında karayı gözden yitirmemek zo­rundaydılar. Kıyılarda, depo olarak kullandıkları ticaret acenteleriyle, sürekli yerleştikleri koloniler kurdular.
Fenikeliler ve Yunanlılar, sonunda Akdeniz'i iki bü­yük etki bölgesine ayırdılar: Fenikeliler Akdeniz'in gü­neyine, Yunanlılar kuzey kıyılarına ve Karadeniz kıyıla­rına yerleştiler. Ortadaki Sicilya, aralarındaki ilişki nok­talarından biriydi. Gerek Fenikeliler, gerek Yunanlılar, o dönemde Akdeniz kıyılarındaki halklar ile mallarını kervanlarla kıyıdaki büyük limanlara gönderen iç bölge halkları arasında maden, tahıl, köle,baharat, şarap, ça- nak-çömlek ticaretini ellerinde tuttular. Ama Akdeniz bu halklar için yalnızca bir ticaret yolu olmadı; aynı za­manda da çeşitli etkilerin karıştığı bir bölgeydi. Özellik­le Yunanlılar Akdeniz'in kuzeybatısındaki halkları önemli ölçüde etkilediler.
İ.Ö. III. yy'da Roma çağı başladı. Bütün helenistik dönem boyunca Batı Akdeniz havzasına egemen olan eski Fenike kolonisi Kartaca'yı yenen Romalılar, 150 yıl içinde Akdeniz kıyılarındaki bütün ülkeleri ele geçirdi­ler ve Akdeniz'e Mare nostrum ("bizim deniz") adını verdiler.
Gözüaçık bir deniz güvenlik örgütü, limanların dü­zenlenmesi, iç bölgelerin donatılması, Roma barışının sonsuz büyüklüğü, Roma İmparatorluğu'nun çeşitli eyaletleri ile en uzak ülkeler (Hindistan, Çin) arasfnda yoğun ve karmaşık bir ticareti geliştirdi.
Bağdaştırıcı başkent Roma, Akdeniz dünyasında si­yaset, yönetim, dil ve din bütünlüğünü sağladı. Roma'yı örnek alan, kentlerin gelişmesi,» Akdeniz'in çevresin­de yalnız mal değil, insan ve düşünce değiş-tokuşunu da destekledi. Roma İmparatorluğu'nu oluşturan ülke­lerde hızla yayılan hıristiyanlık, Akdeniz ülkelerinin ço­ğunda da benimsendi.
Akdeniz tarihinin üçüncü bölümü, İ.S. V. yy'dan XI.yy'a kadar uzanır. O dönemde Akdeniz dünyasının bir­liği, kuzeyden Germenlerin ve İslavların güneyden ve doğudan müslümanların akınlarıyla parçalandı. Akde­niz, kuzeydeki Bizans imparatorluğu ile güneydeki Arap İmparatorluğu arasında yeniden bir rekabet alanı oldu. Her iki imparatorluk da birbiri ardına Asya, Afrika ve Batı arasında ticaret aracılığı yaptı. Ayrıca, Akdeniz ülkelerini uygarlaştırıcı rol oynadı.
BizanslIların eski Yunan ve Roma katkılarını ayakta tutmalarına karşılık, Araplar aynı dil, aynı din ve aynı kültür sayesinde Akdeniz'in doğu ve güney kıyılarını İs- panya'ya kadar birleştirdiler. Böylece Asya ve Do- ğu'nun teknik ve bilimlerini Batı'ya öğrettiler.
Hıristiyan ülkelerin Avrupa'daki müslümanlara saldı­rıları, Haçlı seferleri ve Bizans'ın gerilemesi, Akdeniz tarihinin XIV. yy'a kadar süren dönemini oluşturdu. Gü­ney Fransa kıyısındaki limanlar, özellikle de İtalya kıyı­larındaki Cenova, Pisa, Napoli ve Amalfi limanları, Ak­deniz'in batısında, ticaret tekelini, Venedik de Do- ğu'yla ticaret tekelini ele geçirdi.
Haçlı seferlerinin sonuçlarından biri, Batıklara iyi ta­nımadıkları halklarla ve uygarlıklarla ilişki kurdurmak oldu, böylece, kültür alışverişi gelişti; yeni gereksinime­ler ve yeni meraklar ortaya çıktı. XV. yy'da yeni bir dönem başladı. Akdeniz uygarlıklarının büyük ölçüde etkisinde kalan ve çeşitli katkılarıyla zenginleşen Batı uygarlığı, Kristof Kolomb'un peşinden "dünyayı fethe" koyuldu.
EKONOMİ
Akdeniz'in ekonomik önemi günümüzde hem ticaret, hem turizmden kaynaklanır. İskenderiye, Cenova, Marsilya gibi bin yıllık kentlerin gelişmesi hâlâ sürmek­tedir. Akdeniz kıyısındaki ülkeler, dünya filosunun yüz­de 14'ünü ellerinde tutmaktadır; uluslararası deniz ticaretinin 1 /7 si de Akdeniz'den yapılmaktadır. Eski baha­rat yolu, günümüzde petrol yolu olmuştur. Marsilya yıl­da 100 milyon ton trafikle Fransa ve Akdeniz'in başlıca limanıdır. Güneyde ve doğuda petrol gönderen liman­larda ve Batı Avrupa'da petrolün alındığı merkezlerde, rafineriler kurulmuştur.
Kıyılarda kurulan demir-çelik fabrikaları (Taranto ve Fas'taki gibi), denizden gelen taşımacılık ekonomisin­den yararlanır. Kumsallar da, Avrupa kıyılarını ve adala­rı, Anadolu'nun Akdeniz Bölgesi kıyılarını, Mısır, Fas, Tunus ve Cezayir kıyılarını dolduran turistlerle doludur.
KİRLENME
Ama bu gelişme bazı sorunlar da ortaya koymaktadır. Su kirlenmesi Venedik'i ve İtalya'nın birçok kumsalını yaşanmaz kılma yolundadır. Kent gelişmesi Cöte d'Âzur'ü bir beton yığınına çevirmiştir. İtalya'nın güney kıyılarının da sanayileşmesiyle, tarih boyunca pek çok şaire konu olan bu güzel kumsallardan geriye pek az şey kalacaktır. Deniz kirlenmesi günümüzde, pek çoğu Avrupa kıyılarından gelen kent ve sanayi atıkları yüzün­den, Akdeniz'in "ölmesi" tehlikesini gündeme getir­miştir. Kirlenme ayrıca, pek çok kıyıdan denize girme­nin yasaklanmasına yolaçarak, turizme büyük bir darbe vurmuştur. Akdeniz'de kirlenmeyi denetim altına al­mak için çeşitli uluslararası çabalar başlatılmıştır; ama henüz emekleme aşamasındadır ve Akdeniz'in "son"a doğru yürüyüşü, gün geçtikçe hızlanarak sürmektedir.

20 Ağustos 2014 Çarşamba

İspanya Veraset Savaşı Nedenleri

aklindaki.blogspot.com.tr
   Erkek çocuğu bulunmayan İspanya kralı Carlos ll'nin ölümü üstüne Fransa ile İspanya'yı bir Avrupa devletleri ittifakıyla karşı karşıya getiren savaş (1701-1714). Carlos II, ölümünden bir ay önce hazırladığı vasiyetnamesinde, topraklarının Louis XIV'ün torunu Anjou dükü Philippe'e, Philippe kabul etmezse de, Kutsal Roma-Germen imparatoru Leopold l'in ikinci oğlu Avusturya arşidükü Karl'a (sonradan Kari V unvanıyla Avusturya'da tahta çıktı) kalmasını vasiyet etmişti. Ne var ki, daha önce Louis XIV ve İngiltere kralı William III, Avrupa'daki dengenin korunması için, hasta olan Carlos ll'nin topraklarının aralarında paylaştırılması konusunda antlaşmalar (1698 ve 1700'de) imzalamışlardı.
   Louis XIV'ün bu antlaşmalara uymayarak, torunu adına mirası kabul etmesi ve Philippe'in Felipe V adıyla İspanya tahtına çıkması, Avrupa'da Fransa'ya karşı bir ittifak kurulmasına yol açtı. Fransa, İspanya ve Bavye-ra'ya karşı oluşturulan bu ittifaka, Avusturya, Alman prenslerinin çoğu, Birleşik Eyaletler ve Büyük Britanya (1703'ten sonra da Fransa'nın eski müttefikleri Portekiz ve Savoia) katıldılar. İttifak devletlerinin 1702'de Fransa'ya savaş ilan etmelerinden sonra, Fransız birjiklerine komuta eden Villars dükü, Almanya'nın güneybatı kesimindeki Friedlingen (1702) ve FHöchstadt( 1703) çarpışmalarını kazandıysa da, İngiltere'nin Cebelitarık'ı ele geçirmesinden sonra, İttifak kuvvetleri, Marlborough dükünün ve Avusturya birliklerine komuta eden Savoi-alı prens Eugene'in Blenheirm(1704) zaferini kazanmalarından sonra, İBavyera'yı istila ettiler. Fransa, Marlborough ıdükünün Ramillies'teki başarılı harekâtından (1706) sonra, başkomutanlığa getirilen Vendöme dükünün İngiliz ilerlemesini İtalya'da, Fransa sınırı yakınından durdurmasına karşın, Hollanda'nın İspanya'ya bağlı kesimini yitirdi.OudenaardeSavaşı'mnid 708) da yitirilmesi, Fransa'yı, kuzeyden gelecek bir saldırıya karşı savunmasız bıraktı. Bervvick dükünün İspanya'da İttifak kuvvetlerini Almanza'da durdurmasına (1707) karşın, birbirini izlemiş olan yenilgilerden, mali durumun gün geçtikçe bozulmasından ve ülkede patlak veren Camisardlar ayaklanmasından kaygılanan Louis XIV, mirastan vazgeçmeyi önerdi; ama, İngiliz-Hollan-dalı diplomatların, barış için Felipe V'in mutlaka İspan-ya'dan çıkması gerektiğinde ayak diremeleri üstüne, savaş sürdürüldü. Vendöme dükünün Villaviciosa zaferini kazanması (1710), Felipe V'in askerî güçle İspan-ya'dan çıkarılamayacağını ortaya koydu. Bu arada Leopold l'in ölümü ve arşidük Karl'ın (VI) imparatorluğa seçilmesi, İngiltere'de de yönetime Torrylerin yerine VVhig partisinin gelmesi, Kari VI dışındaki İttifak devletlerini, Fransa'yla barış imzalamaya yöneltti. 11 Nisan 1713'te imzalanan Utrecht barış antlaşmasından sonra, savaşı tek başına sürdürmüş olan Kari VI'nın kuvvetlerinin Villars komutasındaki Fransız birliklerine art arda yenilmeleri (Denain çarpışması, 24 Temmuz 1712; Freiburg im Breisgau'nın 31 Ekim 1713'te alınması; vb.), Kari Vl'yı da Fransa'yla Rastatt Barışı'nı (6 Mart 1714) imzalamak zorunda bıraktı ve Avusturya Veraset Savaşı sona erdi. Antlaşmalar gereğince, Felipe V İspanya ve sömürgelerinin hükümdarı olarak kalırken, Fransa 1700'deki sınırlarını korudu ve İspanya ile Fransa tahtlarının ayrılmasını kabul etti. İngiltere Cebelitarık, Minorca, Hudson körfezi, Nova Scotia ve Saint Kitt adasını elde ederek, dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu ve başlıca ticaret ve deniz gücü haline gelirken, İspanya'nın Amerika'daki sömürgeleriyle köle ticareti ayrıcalığını da kazandı. Avusturya, İspanyol Hollandası, Napoli, Milano ve Sardinya'yı elde etti. Sa-voia'ya Sicilya verildi. Avrupa'da kurulan bu yeni güç dengesi, Avusturya Veraset Savaşları'na (1740-1748) kadar sürdü.

İspanya-ABD Savaşı Hakkında Bilgi

aklindaki.blogspot.com.tr
   1898'de İspanya ile ABD arasında patlak veren savaş. 1895'te Küba'daki İspanyol sömürgecilerinin, İspanyol yönetimine karşı ayaklanmaları (Şubat 1895) ve ayaklanmacıların önderlerinin New York'ta bir cunta oluşturarak, 30 000 kişilik bir ordu donatmalarından sonra, bu ordu Küba'ya çıkmış, ama İspanyol birlikleri karşısında yenilgiye uğramıştı. İspanyol hükümetinin adaya atadığı genel valinin, çok ağır bir baskı uygulaması ve Küba'da en az 50 000 kişinin öldürüldüğü ya da açlıktan öldüğü yolundaki söylentilerin ABD'de yayılması (1896), kamuoyunun baskısıyla, ABD'nin İspanyol hükümetini ayaklanmacılarla bir anlaşmaya varmaya çağırmasına (Aralık 1896) yol açmıştı.

   İspanyol hükümetinin bunun üstüne adaya yeni bir genel vali atamasına ve özerklik tanımasına (1897) karşın, düzen bir türlü sağlanamadı ve adadaki ABD uyrukluları koruma göreviyle gönderilmiş olan Maine kruvazörünün Havana körfezinde batırılması (15 Şubat 1898), ABD Kongresi'nin olaya müdahale kararı almasına yol açtı. Kongre'nin adadan çekilmesi uyarısında bulunduğu İspanya'nın, ABD'ye savaş ilan etmesinin ardından, ABD başkanı VVilliam McKinley'in savaş ilanı önerisini, ABD Kongresi onayladı (25 Nisan 1898). Büyük Okyanus'ta ve Antil denizinde yürütülen savaş, yalnızca 10 hafta sürmesine karşın, İspanya'ya çok pahalıya mal oldu. Büyük Okyanus'ta, Manila'da demirli İspanyol filosunun ABDfilosu tarafından bir baskınla yok edilmesini, Manila'nın, Gu-am adasının, Wake adasının alınması ve Havvaii'nin ABD tarafından ilhakı izledi. Antil denizinde, İspanyol filosunun Santiago de Cuba limanına sıkıştırılmasından sonra, ABD birlikleri Küba'yı ele geçirip, Santiago'ya ilerlediler. Karada El Caney ve San Juan Hill çarpışmalarını kazandıkları sırada, denizde de ABD donanması, 3 Temmuz 1898'de 4 saat içinde İspanyol gemilerinin büyük bölümünü yok etti ve 17 Temmuz'da Küba'daki İspanyol birliklerinin teslim olmasını, 26 Temmuz'da İs-panya'nın barış istemesi izledi. Paris Antlaşmasıyla (10 Aralık 1898), İspanya Küba'nın bağımsızlığını tanıyıp, Porto Riko, Guam ve Filipinler'i, 20 milyon dolarlık bir tazminat karşılığında ABD'ye bıraktı.

Jön Türkler Kimdir Jön Türkler Ne Yapmıştır

aklindaki.blogspot.com.tr
   Osmanlı imparatorluğu'nda meşruti bir hukuk düzeni kurmak, yeni bir anayasa ilan ederek serbest seçimlere gitmek ve böylece kurulacak meclise ülkenin geleceğini teslim etmek düşüncesini savunanlara verilen ad. 1895-1908 arasında Abdülhamit il yönetimine karşı özellikle Avrupa'da etkinlikte bulunan Jön Türkler, görüşlerini Osmanlı, Meşveret, içtihat Suray Ümmet, vb. gazetelere yaymaya çalıştılar. Başlıca düşünce ve eylem adamlarını Mizanci Murat, Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet, Sami paşazade Sezai, Yusuf Akçura, Bahaettin Sakir, vb. ile Prens Sabahattin'in oluşturduğu örgüt, Abdülhamit II'nin Kanunuesasi'yi (anayasa) yürürlüğe koymak zorunda kalmasıyla ikinci Meşrutiyet ilan edilince (1908), etkinliğine son verdi. Jön Türkler adı
zamanla genelleşip, çeşitli ülkelerin, yurt dışında etkinlik gösteren rejim karşıtı gruplari içinde kullanilmiştir (Ispanya Jön Türkleri, vb.)

Yurtsuz John Kimdir Hakkında Bilgi

aklindaki.blogspot.com.tr
   İngiltere kralı (Oxford 1167-Newark şatosu, Notting-hamshire 1216). Henry II'nin beşinci oğlu olan Yurtsuz John, tam yetkili İrlanda krallığına (1185) getirildi; kardeşi Richard I döneminde, İngiltere'de çeşitli önemli  görevlerde bulundu. Richard l ölünce yerine geçecek oğlu Arthur henüz 12 yaşında olduğundan tahta çıkma yolu açıldıysa da, eşi Gloucesterli isabelle ayrılarak (1200) An eylenmesi üstüne Fransa kral Philippe Auguste'e şikâyet edilince, Philippe Auguste, Normandiya'ya girerek Fransa'daki topraklarına el koydu Ağustos 1202). Bununla birlikte Yurtsuz John, Norma (1204) ve Touraine'i (1205) elden çıkarmasına karşılık, Akitanya'yı ve Potou'yu almayı başardı (1206). Canterbury başpiskoposluğu konusunda papa Innocentius ll'le takışıp, afaroz edilmesine (1209) karşın, İngiltere'ye egemen olmayı başarip, Galliler, iskoçyalilar, irlandalılar üstündeki yetkisini güçlendirdi. Vergiler, savaşlar, keyfi yönetimi nedeniyle gelişen muhalefeti yatıştırmak için papayla barıştı (1213). İç bunalımın artması üstüne, Magna Car kabul etmek zorunda kalıp (Haziran 1215) iç savaşın patlak vermesinden ve baronların tahtı sundukları Fransa kralı Louis'nin İngiltere'ye çıkmasından kısa süre sonra öldü

Jarry, Alfred Kimdir Kısacık Bilgi

aklindaki.blogspot.com.tr
   Fransız yazarı (Laval 1873-Paris 1907). Saint Briau ve Rennes'de öğrenim gören Alfred Jarry, Paris'e giderek Mercur de France dergisi yazarlarıyla ilişki kurdu ve bu dergide yayınladığı şiirleri Minutes de Sable Mémorial (1894) adli ilk kitabinda topladı. 1895'te yayınlanan Cesar Antéchrist adl oyunundan sonra, başlıca yaptı olan Kral Ubü (Ubu Roi), 10 Aralik 1896'da sahnelendi: Yazarın daha lise öğrencisiyken tasarladığı bu oyunun kahraman, öğretmenlerinden birinin karikatürüydü Peşpeşe romanlar (Les jours et les Nuits Günler ve Geceler, 1897], Messaline Messalina, 1901], Les Surmâles [Üstün Erkekler, 1902], vb.) yayınladıktan sonra Übü'yü sürdürdüğü iki oyunla (Ubu Enchainé zincire Vurulmuş Übü, 1906], Ubu Cocu Boynuzlu Ubü 1906), uyumsuz tiyatronun önemli temsilcileri arasina girdi. Ayrıca denemeler ve anlatilar yayınladi: L'Amour Absolu (Mutlak Aşk, 1949), Gestes et opinions du Dr Faustroll, Pataphysicien (P Doktor Faustrollun Düşündükleri ve Yaptıkları, 1911), vb.

Japonya-Çin Savaşları Kısa Bilgi

aklindaki.blogspot.com.tr
Japonya ile Çin'i 1894-1895 ve 1937-1945 arasında karşı karşıya getiren iki savaşı belirten tarih terimi. Birinci Japonya-Çin Savaşı, Kore'nin denetimini ele geçirmek çekişmesi yüzünden patlak verdi. Uzun süre Çin'e bağimli yaşamış Kore'ye, 1876'da Japonya üstünlüğünü kabul ettirmiş, bunun üstüne Çinliler, Japon etkisini dengelemek için, Kore'yi bir entrika alanina dönüştürmüşlerdi. 1894'te Korelilerin ayaklanmalar ve ayaklanmayı bastırmak için hem Japonya'nın, hem de Çin'in asker göndermeleri, 1 Ağustos 1894'te iki ülke arasında savaşın başlamasına yol açtı. Sayca az, ama daha modern Japon ordusunun Çin kuvvetlerini kısa sürede dağıtması üstüne, Nisan 1895'te imzalanan Simonoseki Antlaşması'yla, Çin Kore'nin
bağımsızlığını tanıyıp, Tayvan, Pescadores adalari ve Mançurya'daki Liaodung yarimadasin Japonya'ya bırakmak zorunda kaldı. Ama Bati de baskısıyla, Liaodung yarimadasi Çin'e geri verildi ikinci Japonya-Çin Japonya'nın 1937'de Çin'e savaşı, saldırmasıyla patlak verdi. 1931'de Mancurya'daki Japon subaylari, Japonya'nin denetimindeki Güney Mançurya demir yolunun bombalanması üstüne, Mancurya'yi ele geçirmiş ve kukla Mancukuo devletini kurmuşlardı. Sonraki yıllarda da Çinlilerle birçok küçük sinir çatışmasından sonra, Haziran 1937'de Japonya apansizin Çin'e savaş ilan etti. Japon kuvvetleri 18 ay içinde Çin'in doğu kesiminin büyük bölümünü elegeçirip, Çin hükümetini Çungking'e çekilmek zorunda bıraktılar. 1938'de ABD ve İngiltere, Çin'deki Cankaysek hükümetine yardım göndermeye başladılar. Japonlar, 1939'dan sonra Güneydoğu Asya'ya yöneldiler ve savaş ikinci Dünya Savaşı'nın bir bölümü haline gelip,
1945'te, Japonya'nın Müttefiklere teslim olmasıyla sona erdi.